BEN KÖYDE OKUDUM

Salı, Eylül 21, 2010



Sevgili yansıma dostlarım,

Uzun bir zamandan sonra yine bir blog yazısıyla karşınızdayım. En son referandum gününde birlikte olmuştuk. Referandum sonuçlarını canlı canlı duyurmuştuk. Neyse... Konumuz bu değil. Konumuz; günün anlam ve önemine uygun güzel bir okul yazısı, okul anısı.

Bugün (saat itibariyle artık dün) okullar açıldı tüm yurtta. Kimi öğrencimiz yeni sınıflarına geçtiler, bir yaş daha büyüdüler, kimisi geçen yılın başarısızlığıyla aynı sınıfa devam ettiler ama yerlerinde saymadılar, yaş attılar. Kimisi de daha o küçücük yaşında, belinde çantası, - ki genelde o çanta velisinin elinde olur - elinde suluğu ve yemekliğiyle, minicik okul kıyafetiyle ilk kez okul heyecanı yaşadılar. O heyecan ileride büyük bir pişmanlığa dönebiliyor ama neyse...

Sizlere bu blog yazımda, bugünün anlamına uygun, duygularımı depreştiren, rüyalarıma kadar giren okul anımı anlatmak istiyorum. Öyle baştan sona değil, sadece bir kısmını.

Yıl: 1995-2000 yılları eğitim dönemleri.

Ben ilk okul yıllarımı -ki ben daha ilk okuldayken adı değişip ilk öğretim oldu- bir köy okulunda bitirdim. Birinci sınıftan altıncı sınıfa kadar, tam beş yıl bir köy okulunda eğitim sürdürdüm. Eğitimden ziyade hademelik yaptım da diyebilirim. Kız-erkek ayrımı olmaksızın, haftanın bir ya da iki günü sabah 06:30'da o sımsıcak yataktan kalkılırdı. Okul o kadar yakın da değildi benim. Yürüyerek yarım saat sürüyordu o küçücük bedenimle. Mevsim kış, buz gibi hava. Köylerde havalar daha soğuk olur. Canım annem, kıyamazdı kıymaya ama mecburdum. Sıcacık yataktan kalkılır, çorap giyilir, mavi önlük giyilir, yakalık takılır, saçlar taranıp bağlanırdı. Bütün bunlara sahip olamayıp, büyük okullardan gelen yardımlarla önlük, ayakkabı sahibi olabilen arkadaşlarımda vardı elbette... Şimdi sıra okula gitmekte... Bazı zamanlar uzak olduğu ve yolda başıboş köpekler olduğu için annem götürürdü okula beni. Son 3 yıl ben gittim ama... Bundan utanmıyorum. Küçüktüm ve korkardım köpeklerden. Neyse, okula gidilirdi.

O gün nöbetçi öğrencilerden birisi de sensin. Evi yakı olan nöbetçi öğrenci gelmiş, kapıyı açmıştır. Önce herhangi birimiz sınıfın ortasında duran sobanın kölünü boşaltırdı. Ne kadar becerdiyse artık... Hep beraber ellere badana fırçaları alınırdı. Okulun koca iki sınıfı - bedenimiz küçük olduğu için bize kocaman geliyordu evet- o fırçalar ile tozları temizlenirdi. Sonra, okulun az ötesindeki çeşmeden kovalarla su taşınırdı. Bu sefer de yine o koca iki sınıf bu defa paspaslanırdı. Sıralar tek tek çekilirdi. Paspas işleminden sonra, görevlilerden birisi de yan binada ki anasınıfını aynı şekilde temizlemeye çalışırdı. Orada halılar olduğundan, tozlar ya elektrikli süpürgeyle yoksa el süpürgesiyle halledilirdi. Geri kalan görevliler bu defa da tek tek sıraları ve oturulan yerleri bezle önce siler, sonra da kurulardı.








Sıra geldi sobanın yakılması işlemine. Okulun hemen arkasında okunluk vardı. İki odalıydı. Odalardan birinde kömürler, diğerinde de çırpı ve odunlar bulunurdu. Öyle hemen al, götür, yak olmuyor tabii. Kömürler kocaman, hemen o küçücük ellerimizle keseri alıp önce arka tarafıyla kömürleri ufalardık. Ufalanan kömürler kovaya doldurulurdu. Bu işlem öyle kolay sürmezdi çünkü küçüksün, beceremiyorsun, olmuyor. Gücün de yok ufalamaya. Kömürler bitti diyelim.. Şimdi sıra odunlarda. Kömürlerden daha zor bunlar. Kalın kalın odunlar. Sobaya sığmıyor. Ne yapmak gerek? Az önce arka tarafıyla işlev gören keserin şimdi de ön yüzünü kullanmak gerek. Yine o küçücük ellerle yapamaya yapamaya, zorla da olsa o odunlar inceltilirdi. Bazen de çırpımız olmadığı için tahtalar incecik hale getirilir, ileriki günler için de saklanırdı. Bütün bu yorucu işlem bittikten sonra sobayı artık yakabiliriz. E yanmıyor meret! İnat ediyor, duman ediyor, tutuşmuyor... Uzun süren çabalar sonunda artık soba da hazır. Bu arada unutmamak gerek ki bütün bu toplamda 1,5 - 2 saat süren işkence o buz gibi havada, kışın ortasında, kar yerdeyken yapılıyordu. Çeşmeden su taşınırken artık eller hissetmiyordu bile. Kovanın demir kulpu, ağırlık, buz gibi su ve buz gibi hava bir araya gelince kıp kırmızı eller ya ağızdan buhar verilerek ya da ceplere konularak ısıtılmaya çalışılırdı. Kaç defa hatırlarım ki sınıf arkadaşım artık acıdan oturup ağlamıştır.





Soba da yandı artık "Kurtulduk." demeyin. O gün nöbetçi sensin bi kere. Gün içerisinde sınıfla ilgili bütün olaylardan, durumlardan, tahta silmekten sen sorumlusun. Haa bir de unutmamak gerek ki o sobaya arada bir de kömür atılması gerek. O işlemi bile kazık kadar öğretmen kalkıp, zahmet edip, o her sabah kremlediği ellerle yapmaz, yine nöbetçi öğrenciye yaptırırdı. Eğer o kömür o gün biterse, tenefüs aralarında oynamak yerine yine kömür ufalamak zorunda bırakılabilirdin. Bu kadar şeye rağmen, öğretmenden teşekkür alacağımıza, her daim yanında bulundurduğu sopalarıyla dayakta yerdik ufacık hatalarımız karşısında. Hiç unutmam; Bir keresinde sınıfta otururken biz arkadaşlar -birleştirilmiş sınıflı bir okuldu yani 1-2-3-4-5.sınıflar aynı sınıfta ders görebiliyorlardı. O dönem 1-2-3 ayrı 4-5 ayrı sınıflardı. Ben 4.sınıftaydım bu olay yaşandığı sene-, rüzgar aniden esmiş, pencereleri birbirine vurdurmuş, pencere önündeki saksıları yere düşürmüştü. Aniden bunlar geliştiği için hepimiz korkmuştuk tabi. Bağırdık birden. Bunu duyan öğretmen gelip sordu. korktuğumuz için de hepimizi sopayla sıra dayağına çekti.

Saksı demişken aklıma geldi. Bizim zevk sahibi hanımefendi öğretmenimiz, pencere kenarlarına saksı dikmeyi az görüp, okulun etrafına çamlar, çeşitli ağaçlar ve çimler de diktiği için, bütün o sabah ki hengameyle beraber, ayrıca su taşıyıp kova kova onları sulattırmıştır. Her gün!

Yıl sonunda bir de görev verilirdi. Onu da anlatmadan olmaz bence. Artık karne almaya 1 ay kala, canımız öğretmenimiz (!) bize çok güzel bir görev verirdi. Derdi ki; "Fen Bilgisi ve Sosyal Bilgiler kitaplarında ki ünite başlarında ki hazırlık cevapları, ünite sonlarında ki değerlendirme soruları ve ünite sonlarında ki testler tek tek sorularla birlikte deftere yazılacak, tek tek cevapları bulunup yazılacak. 1 ay sonra kontrol edeceğim. Eğer bitirmemiş olan olursa sınıfta bırakacağım." Korku başa bela tabii.. Hepimiz sınıftan dışarı çıkmazdık o dönem. Öğretmen de sağolsun çok anlayışlıydı (!). O dönem derse de girmezdi. Diğer öğretmen arkadaşlarıyla (en fazla 3 öğretmen vardı zaten) sıcacık bahar havasında dışarda oturur, çayını demler, bizi sorularla baş başa bırakırdı. Biz ise derste, tenefüslerde, evde, her yerde her zaman o sorularla uğraşırdık. Öyle ki artık yarış haline girmiştik. Kim en erken bitirirse, cennete gitmiş gibi oluyordu resmen. Hayır, o cevapları bulmakta kolay değil. Bütün kitabı defalarca hatmediyorduk. Sadece cevaplar olsa tamam ama soruları da yazıyorduk. Yıl sonunda ne mi olmuştu? Öğretmenimiz, canımız (!) o eziyete rağmen verdiği ödevi kontrol etmemiş, biz ise çektiğimizle kalmıştık.

İşte bütün bunlardan dolayı köy okulunda, büyük zorluklarla eğitim gören, eğitim görmeye çalışan bütün çocukları çok iyi anlayabiliyorum. Ve biliyorum ki; ben ve benim okulumdakiler ve de bizim gibi şartları olanlar, bir çok köy okulundan daha şanslı bir okula sahiptik. Yolumuz vardı, öğretmenimiz vardı, çeşmemiz, eğitim malzemelerimiz, odunumuz, kömürümüz vardı. Bütün bunlara sahip olamayan öğrenciler de vardır eminim. Bizler belki kaç yıllık, abilerimizden, ablalarımızdan kalma kitaplarla eğitim gördük ama kitapları olamayan bir çok öğrenci vardır eminim. Bam Teli programında geçen aylarda elektiriğe bile sahip olmayan bir okuldan bahsedilmişti. Bu yüzdne lütfen köy okullarında ki kardeşlerimizi unutmayalım, yardımlarımızı hiç esirgemeyelim.







Her ne kadar bu denli eziyetler çekmiş olsakta, dayaklar yemiş olsakta, köy okullarının güzel yanları da vardı. Öğrenci çok azdı. Herkes birbirini tanır, kız-erkek ayrımı olmadan bütün oyunları oynar, herşeyimizi beraber yapar, kışın öğretmenlerle bile kar topu oynardık. 23 nisanda çuval yarışı, yumurta yarışı, iğne iplik, bisküvi yeme yarışı, Üsküdar parodisi, koro şarkıları, şiir okuma... gibi bir çok oyunlar oynar, yarışmalar düzenlerdik.

Bugün okullar açıldı ve ben okulumu özledim. Ben köydeki okulumu özledim. Ben sanırım çocukluğumu özledim.

AZRA SEZGİN

3 yorum:

  1. ElifLisa dedi ki...:

    Senin yaşadıklarını okuyunca halime şükrettim.

    Biz İstanbulda hakikaten de ne güzel şartlarda okumuşuz.Ben 5 yıl boyunca okula servisle gidip geldim.Sınıflarımız kaloriferliydi,her sınıfta televizyon vardı.Hiç su taşımak zorunda kalmadık,kömür taşımak ufalamak zorunda kalmadık.Hatta kış aylarını da severdik haftada bir börekli çörekli yemek günlerimiz olurdu.
    Yırtık pırtık kitaplar yerine ekstra soru bankaları alırdık.

    Dediğim gibi böyle şeyleri duyunca daha da perçinleniyor herşey.Bu arkadaşlarımıza çok daha fazlası yapılmalı eşit şartlarda okuyabilmek adına.

  1. Aynen öyle Elifcim. Sadece kitap yardımı değil, daha iyi şartlar altında okuyabilmeleri için daha fazlası yapılmalı. Ben okudum mezun oldum çoktan ama hâlâ aynı zorlukları, hatta daha fazlasını çeken kardeşlerimiz var. Mutlaka bir şeyler yapılmalı.

  1. Kamil Akar dedi ki...:

    Yapılması imkansız şeylerden bahsediyorsunuz. Bu düzende eşitlik sağlanamaz, sen köyde o şartlarda diğeri şehirde bu şartlarda okuyacak bu değişmez gerçektir.
    Hiç duygusala bağlayıp yardım felan demeyin kimse kimseye yardım etmek zorunda değil. imkanın varsa okur okutursun çocuğunu yoksa çocuk yapmayacaksın. bu işler böyle yürür.
    Bende bir kasabada okusam da asla görüşlerinize katılmıyorum. İmkan meselesi ve bunu duygu meselesi haline getirmemek lazım.
    Ayrıca orada ki öğretmenlerimiz ile İstanbul'daki öğretmenlerimiz aynı eğitimi alıyor sobamız var suyumuz yok tarzı farklar olur ki o da kapital düzende değişmez değiştirilmesi teklif bile edilemez.

Related Posts with Thumbnails

Duyur

Share |